Üç Maymun

Üç Maymun

İnsanlarımızı korumalıyız. Duymamalılar, görmemeliler, ne olduğunu bilmemeliler… Bir ülkenin bekasını sağlamak o ülkenin akıl sağlığını korumaktan geçermiş, bu durumda devletlerin en büyük görevi nedir bilir misiniz? Üç maymunu oynamak desem ne canlanıyor acaba gözlerinizde. Şahsen benim ‘ üç maymun’ hikâyem çok eskilere dayanıyor.  Bu maymunlar dünyaya ilk gözlerimi açtığımda başucumda duran bir bibloyla vücut bulmuşlardı odamda. Simsiyah kılları, ifadesiz suratları ve geniş omuzlarıyla çocukluğumun korkulu rüyaları, küçücük bir çocuğun odasında anlamlandıramadığım tek objeydiler. Pespembe odamın ortasında duran kapkara bir leke gibi her gün hatırlamak zorunda olduğum bir acı, sorumluluk; çocukluğumun kiriydi onlar benim. Ailem ne demeye çalışıyordu acaba ağızını, kulaklarını, gözünü sımsıkı kapamış maymunları her sabah uyandığımda tam göz hizamda bulunan rafa konumlandırarak. Sorguladım bunu yıllarca, her yıl farklı bir sonuçla yüzleştim: kendimle ve ailemle çatıştım nice sebeplerle. Bizim dilimizde ‘üç maymunu oynamak’ şeklinde deyimleşmiş bu söz gurubu aslında Japonya; daha da eskilere gidilecek olursa Hindistan’ a kadar giden tarih sahnelerinden çıkagelmiş ve dilimizin parçası olmuş bir ifade. Şimdilerde dilimizde “boş vermişlik, kayıtsızlık ” anlamlarına gelen üç maymun  “Mizaru, Kikazaru, İvazaru” isimleriyle Asya medeniyetlerinde hala anılmaya devam ederken, Batı Medeniyetlerinde de tanınmışlığını hala sürdürmekte. Milenyum çocukları olan bizlerin lügatine bile itinayla yapışmış ya da yapıştırılmış bu sözcük gurubu bana sorarsanız yüzyılların mirasını bizlere aktarma dalaveresini ta kendisi. Aslında miras mıdır yoksa gözlerimizin önüne atalarımızın elleriyle serdikleri ama hepimizin görmemekte ısrarcı olduğu bir işaret midir orası tartışılır. Üç maymunun tarih sahnesindeki yerinden bahsederek, bu motifin toplumumuzdaki yerine geçmek tüm bu çocukluk hikâyelerimden sonra anlatılması, üç maymuna en çok yakışanıdır. 8. Yüzyılda Hindistan’ da ortaya çıkan bu felsefe ‘Vadjra’ adında üç gözlü Tanrıya olan korkuyla gelişmiş ve insanların şeytana benzettiği bu tanrıyı “ Şeytanı görmezsek, onu duymazsak ve onunla konuşmazsak, o da bize dokunmaz” bakış açılarıyla Hint toplumunda yer edinmesini sağlamalarıyla oluşmuş. Aslında bu “görmeme, duymama, bilmeme” mevzusu otoriter kişilerin halkı din konusunda yönlendirmek için geliştirdikleri bir korku mekanizmasıymış o zamanlarda bile.  Bu yazının hangi doğrultuda ilerlediğinin rengini sanırım artık yeterince belli ettim. Benim meselem otorite baskısıyla ortaya çıkan korku yollu halkı koruma uğraşı; diğer bir değişle de sansür. Sansürün tarihini araştırırken ilk sansür yapan toplumların halktan sakladıklarını görünür bir şekilde onlara yansıtmamak için belli başlı motif ve sembollerin ardına saklanarak işlerini yürüttükleriyle karşılaştım. Hindistan’ da ve Japonya’ da inanç konusunda yapılan sansür geleneği, Batı’ ya atladığında yönetim konusundaki etkinliğiyle boy gösterdi. Yönetim ve halk arasında süregelen sansür ilerde kültür, eğitim ve günümüzden aşina olduğumuz gibi medya ile güçlerini birleştirerek bizlerin karşısına halktan daha büyük bir güç olarak çıktı. Şimdi annemle babamın odama yerleştirdikleri bu üç maymun sizlere nasıl bir izlenim verdi bilmiyorum ama bence bu gizli bir işaret ya da sansür geleneğine açık bir direniş çağrısı. Sizce…

 

Ayşe Zeynep Özbay -2020


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kağıt Para Kullanmayın

Eğitimde Siyah Kuğu Etkisi