Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

OECD Haziran 2020 Görünümü Yayınlandı

Resim
OECD Haziran 2020 Görünüm Raporu açıklandı. Son yüzyılın en önemli ekonomik krizi tetikleyen COVID-19 salgını sadece insanların sağlığını değil, ülke ekonomilerini de derinden etkilemekte. Mevcut durumu yüksek belirsizlik olarak niteleyen OECD, 2 temel senaryo üzerinde odaklanmış. Bunlar salgının ilk dalga sonrası azalacağı veya ikinci dalganın gelmesi üzerine kurulu. Ancak her iki senaryoda da dünyanın 2019 sonundaki gayrisafi milli hasılaya ulaşması 2 yıl boyunca mümkün görünmüyor. Yine en büyük etki işsizlik rakamlarında. 2021 sonunda gelinecek noktada işsizlik her iki senaryoda da 2019’un üzerinde.  Tek dalgalı senaryoya göre en kötüsü geride kalmış durumda ve ekonomi hareketleniyor. İkinci dalganın hesaba katıldığı senaryoda ise son çeyrekte dünya ekonomisi yeniden geriye düşüyor. İlk senaryoya göre bu sene dünya ekonomisi % 7.6 daralırken ikinci senaryoya göre %9.2 daralıyor.  2020 yılı G7 ülkeleri GSYH rakamları her iki senaryoda da pek iç açıcı değil.Fransa, İtalya, İngilte

LEŞ

Resim
Uyanmıştı.  Gitmesi gerekiyordu artık buradan, başına dayanmış bir namlunun her an alnında patlayabileceğini hissediyordu ama dayanmak zorundaydı; kendisi ve onlar için. Dişlilerin dönmesi gerekiyordu birkaç gün daha hiç olmazsa, güneşin açması sonra batması ve sonra yeniden doğması... Büyükbabanın alnında yeni patlamıştı mermi ve çok özlüyorlardı onu ama dirayetliydiler, ağlamıyorlardı. Vahşi doğanın döngüsüydü sadece bu: birileri ölecekti ki birilerinin karnı doysun, kimileri vurulacaktı ki birileri sırtı pek uyusun. Gün doğmadan avlanmak ve leşi toprağa değmeden eve getirebilmekti en büyük başarı. Lakin çoğu zaman şansı yaver gitmezdi, gün batımına kadar yemeğini arardı, ama tek sorun sadece bu olsaydı keşke. Onu bekleyenler vardı evde, onca minik patinin kursağından geçecek onun alnındaki pınardı: teri. Güneşin altında akan ter belirliyordu akşam onların tabağına konacak tek gıdım yemeği. Yıllarca parçası oldu doğadaki döngünün, hiçbir zaman galeyana gelmeden her gün ölmüş bedenler

Portakal Çiçeği

Resim
Portakal Çiçeği Bahar ayının sonları, İstanbul'u hüzünlü bir havayla bırakmışım. Üzerimde inceden bir gömlek, elimde pasaportum, başımda anneannemin ördüğü inceden şapka, hep bana anlatılan ama daha önce hiç gitmediğim vatanıma gidiyorum. Sadece tarih kitaplarında okuduğum, büyükbabamın nostalji kokulu hikayelerinde dinlediğim, anneannemin şeftali mevsiminde şeftali kebabında tattığım bir lezzet. Onların mezarına bir çiçek bırakıp, havalimanına yıllardır evlatlarından uzak kalmış bir ana gibi koşuyorum. Sonra gözümü açtığımda bir bakmışım, ordayım; yıllarca yüzleşmeyi göze alamadığım memleketimde. Ayağımı yere bastığımda yüzümde bir ter hissediyorum, boynumdan akan boncuk boncuk ter, vücudumu ihanete uğratırmış gibi pembe yanaklarımın patlıcan moru bir renk alması… Akrabalar, hiç görmediğim kuzenler ve kanımda olan ama daha tanımadığım daha niceleri; tüm çocukluğumu yalandan yaşamış ve maziye baktığında sadece gözyaşları gören bir kız çocuğu. Bu bir gurbettekinin vatanını il

Deniz, Ben

Resim
Deniz, Ben İnsan hayatı, bir gecede başladığı gibi yine bir gecede sonlanabilen basit bir varoluş öyküsü ama biz insanlarız aslında yaşanan tüm acıları büyüklerimizden gördüğümüz gibi daha çocukken kalbimizde bir yerlere gömmeyi öğrenip, tüm kaygıları, gözyaşlarını ve kaybettiklerimizi bir kenara bırakıp her gün yeniden hayata başlamayı ve sımsıkı tutunmayı; sabahın ilk saatleri güneşin cam arasından sızan ışınları ile öğrenen. Herkesin hayatı anne karnında daha ilk kez tanıştığı, bebeği besleyen ve anne rahminde rahat hareket etmesini sağlayan, halkın kutsal olarak gördüğü, sanki bebeğin annesi çok günahkarmış da, bu bebeğe hayat vererek tüm günahlarından arınıp, yaptığı gebeliğin sadece masumiyeti hayata getirmediği, aynı zamanda kendi hayatında da yaptığı tüm günahlardan arındırdığı bakış açısını benimseyerek bu inanılmaz sıvıyı su diye nitelendirmesi, biz tıpçıların ise uzun yıllar dirsek çürütmenin üzerine amniyon sıvısı diye adlandırdığı işte tüm o varoluş, ya da göz göre gö

Cumhuriyet’ten Bugüne ‘Educare’

Resim
Cumhuriyet’ten Bugüne ‘Educare’ Eğitim sözcüğünün lehçesine bakıldığında Latince beslemek ve yetiştirmek anlamına gelen ‘Educare’  kelimesi; Batı dillerinde ‘Education’ olarak türetilmiş ve Türkçeye çocukların 4-5 yaşlarında hayatın karmaşasına atıldıkları ‘ikinci yuva’ olarak yerleşmiştir. Eğitim Cumhuriyet’in ilk yıllarında insanlarda pozitif çağrışımlar yaratan, ilim-irfan bilenin bilmeyenden ayrıştığı ve kalburüstü tabaka olarak tanımlandığı bir Türkiye’den, günümüzde eğitimin her kesimden insana ulaştığı bir sisteme evirilmiştir. Eğitimin ulaşılabilir ve yaygın olması, ilmin standartlaşması, her kesimden insana ücretsiz bir şekilde sunulması ‘Sosyal Devlet’ anlayışı beraberinde gelmiş bir uygulamadır, fakat eğitimin ulaşılabilir olması eğitim düzeyinin düşmesine sebep olmamış mıdır? Eğitim düzeyindeki değişime çevrenizde yapabileceğiniz minik bir gözlemle farkına varmak mümkündür. Hangi kesimden olursa olsun günümüzde herkesin üniversite mezunu olduğunu görüyor, özellikle d

Hâlâ

Resim
Hâlâ? Belki yaşamla ölüm arasında bir çizgi, belki de bir güç tutuyor seni hâlâ yerinde. Onca problemi göz ardı edip hâlâ yerinde olman büyük bencillik; ya da başarı başka bir perspektiften. Sen farkında değilsen hâlâ, tabii ki sözüm sana. Yoksa söz meclisten dışarı, ben bu yazıyı kişisel meseleler üzerine kaleme almıyorum. Hâlâ oturabilecek misin bu satırların üzerine, onu da merak etmiyorum, ya da seni kişisel bir çıkmaza da sokmak değil niyetim. Benim tek derdim, aklına sokman artık dipsiz çukurun eşiğinde olduğumuzu ya da daha çok ilgini çekecekse, bu kuyunun içine senin de düşecek olman. Bu devinimin içinde kendini kaybetmişlere benim tüm hırslarım ve meselem. Aklı almayanlara, inanmayanlara ya da inanamayanlara tüm bu nefesim. Bugün ben, yarın bir başkası soluksuz kalacak sizlere dil dökmekten ama hiçbiriniz bizi yerimize oturtamayacak son nefesimize kadar. Kimse anlamaz içimdeki bu hiddeti, kimse farkında bile değildir hâlâ. Soruyorsan şimdi kendine bazı çıkmaz soruları

Bir İstanbul Öyküsü

Resim
Bir İstanbul Öyküsü İstanbul'dur her şeyi başlatan ve bitiren. Kimi toprağı altındandır der ekmek kapısını bulur, kimi ölümüne nefret eder bu şehirden.  Sadece kalabalık bir şehir demek yetmez İstanbul'la. İstanbul öyle bir şehirdir ki hem bir ana kucağı, yurdum Türküsü hem de her an acı çektireceğini bildiğin ama kopamadığın bir aşktır. Dışardan bakan Anadolu insanının hep imrendiği, bu kalabalığın cilvesini çekeninse 'bir gün çekicem, gidicem.' dediği şehirdir işte bu şehir. İstanbul kalabalıktır, karışıktır, telaşelidir ama yine de herkesin göz bebeğidir. Sevilmez mi boğaz havası, bebek ezmesi, vapur sesi. Nasıl terk edilebilir ki bu şehir. Terk edilse de özlenmez mi bu koşturmaca.     İstanbul'da  hayat renklidir. Sabahı ayrı güzel akşamı ayrı güzeldir. Bilir misiniz kaç tane kitaba, filme, diziye bu hayatların konu olduğunu; kaç tane insanın bu şehirde umut bulduğunu.    İstanbulluların büyük hayalleri vardır ne zaman canları sıkılsa umut bu

Yaşamayı Unutmamak

Resim
Yaşamayı Unutmamak   Günler, aylar, yıllar birbirini kovalarken hepimiz kendi boşluğumuzda mücadele umuduyla hayata tutunuyoruz. Kimimiz erken yaşta anlıyor içinde bulunduğu dört duvarın boşluktan ibaret olduğunu, kimimizse ömrü boyunca parçası oluyor bu kaçınılmaz düzenin, inanıyor içinde bulunduğu gerçeğe her ne kadar sahte de olsa. Odanın duvarlarına yağlı boya tabloları asıyor, boyuyor duvarları ismini bile bilmediği renklerle. Bom boş bir odanın duvarlarını boyayınca yaşıyor zannediyor. Bense çok farklıyım herkesten. Ne bildiği her şeyi reddedebilecek kadar cesur, ne de hayatının iplerini kaderine bırakacak kadar savunmasızım. Aykırıyım ben. Hayatını bir isyan üzerine kurmak? İsmini bilmediği renkleri hayatının merkezine yerleştirmek? Bunların ikisi de hiç bana göre değil. Ben yarışı en arkada başlayıp mücadelesini kendi içinde yürütenlerden oldum hep. Ne ortalara çıkıp kendimi başkalarına tanıtma meraklısıyım, ne de arkalara saklanıp karalar bağlama. Ben direniş insa

Geçen Yaz

Resim
Geçen Yaz Yaz. Söylenişi bir o kadar yalın ama hissettirdikleri bir o kadar karmaşık ve acı verici bir mevsim. Hani nefes alırsın ama kalbin sıkışır, yüzünde güller açar ama bir yandan da için kan ağlar ya; yaz benim için o anların tümü işte. Dillendiremediğim bir melodi, kalbimin kafeslerinde kapalı kalmış uçuramadığım bir mahkûm kuş. Ya da sadece maziyi içine gömdüğüm koskocaman bir sandık.   Ben yetişkin olduğumu geçen yaz anladım o tozlu sandığı temizlediğimde. Çocukluğumu kaybettim ben, elini tutamadım kayıp gitti yaz yağmuru misali. Keşke geçen yaz yitirdiğim sadece içimdeki çocuk olsaydı, olmadı. Çocukluğumla birlikte birçok şey kaybettim ben. Eskiden Vivaldi’nin   “Dört Mevsim” ini dinlediğimde anlamazdım neden bu kadar sert duygulara dayandırıldığını yaz mevsiminin. Hiç düşünmezdim bu şarkıda huzur bulacağımı ama buldum, düşünmezdim kışı ve melankoliyi seveceğimi ama sevdim. Özlüyorum ama çocukluğu değil, çocukluğun getirdiği özgürlüğü ve umursamazlığı hiç değil. Onları

Üç Maymun

Resim
Üç Maymun İnsanlarımızı korumalıyız. Duymamalılar, görmemeliler, ne olduğunu bilmemeliler… Bir ülkenin bekasını sağlamak o ülkenin akıl sağlığını korumaktan geçermiş, bu durumda devletlerin en büyük görevi nedir bilir misiniz? Üç maymunu oynamak desem ne canlanıyor acaba gözlerinizde. Şahsen benim ‘ üç maymun’ hikâyem çok eskilere dayanıyor.  Bu maymunlar dünyaya ilk gözlerimi açtığımda başucumda duran bir bibloyla vücut bulmuşlardı odamda. Simsiyah kılları, ifadesiz suratları ve geniş omuzlarıyla çocukluğumun korkulu rüyaları, küçücük bir çocuğun odasında anlamlandıramadığım tek objeydiler. Pespembe odamın ortasında duran kapkara bir leke gibi her gün hatırlamak zorunda olduğum bir acı, sorumluluk; çocukluğumun kiriydi onlar benim. Ailem ne demeye çalışıyordu acaba ağızını, kulaklarını, gözünü sımsıkı kapamış maymunları her sabah uyandığımda tam göz hizamda bulunan rafa konumlandırarak. Sorguladım bunu yıllarca, her yıl farklı bir sonuçla yüzleştim: kendimle ve ailemle çatıştım ni

Corona'dan Sonraki Hayatımız

Resim
İkinci dünya savaşını yaşan kişilerde görülen bazı farklı davranış modelleri anlatılır durur. Avrupa’da yokluk görmüş ihtiyarların, evlerinde yemek stokladıkları, son kullanma tarihi geçen konserveleri hiç çekinmeden tüketmeleri bildiğimiz hikayedir. Türkiye bu dönemde savaşa girmeyen taraf olarak ağır bir ekonomik darbe almaktan kurtulamamış, savaş döneminde temel gıda fiyatları 5-6 katına kadar çıkmış, karaborsacılığın önü pek alınamamış, ekmek kalitesi devlet eliyle çavdar, bakla, kepek katılarak bozulmak zorunda kalınmış her anlamda yokluk çekilmiş. Elb ette bu dönemi yaşayan büyüklerimiz bizleri yetiştiren dedelerimiz, anneannelerimiz veya anne babamız. Bu dönemi yaşan daha doğrusu travmaya maruz kalan kişiler ise bizim nesile göre çok daha tutumlu, eskiyen elbiseye yama yapan, malının kıymetini bilen bir nesildi. Bizler ve çocuklarımız ise tamamen tüketim (israf) kültürü ile yetişmiş kişileriz, çünkü yetiştiğimiz dönemde bizlere aşılanan bu oldu. Şimdi farklı bir sa

Coronavirüs Ölüm Oranları Korkutucu ama Asıl Soru Almanya’nın Başarısı Kalıcı mı?

Resim
Corana virüsü çıktığınadan beri can sıkan 2 özelliği var: Hızla bulaşıyor ve fatalite oranı yüksek. Burada ülke bazındaki rakamlara bakıldığına ise resim değişiyor. Haydi grafikler ile konuşalım. İlk grafik fatalite grafiği. Almanya ilginç şekilde en aşağıda. İtalya'da fatalite %7'lerde iken Almanya'da %1'in altında. Yaş ve cinsiyet fatalite oranına belirleyici ama demografik yapılarına baktığımız zaman ayrışma görmüyoruz. Dolayısı ile ilk teorimiz olan yaş ve cinsiyet teorisi ilk dakikada çökmüş oluyor. Bunun dışında elimde 4 adet teoriden başka düşünebildiğim teori yok. İlk teorim Alman ırkının üstünlüğü üzerine ki bu fikir geçtiğimiz yüzyılda satılmaya çalışıldı ve sonuçları Corona’dan beter oldu. Bunu hemen geçiyorum. İkinci teorim Almanya’nın İtalya’ya göre salgının daha erken bir safhasında olduğu, dolayısı ile fatalite oranlarının hızla artacağı. Bunu sanırım 1 hafta içinde gözlemleme şansımız olacak. Ama fatalite oranı artmaz ise bu

Makarna Yerine Mutluluk Stoklayın -1

Resim
Malum Corona virüsü hayatımızı tepetaklak etti. Sağlıkla ilgili kaygılarımız bir tarafa hayatımızdaki en önemli değişikliklerden biri okulların kapandığı, bazı iş yerlerinin kapandığı, home-office uzaktan çalışmanın gündemimize girdiği bir dönemdeyiz. Corona’nın sağlık etkisinden ziyade toplumdaki en önemli etki psikolojik. Sağlık savaşının dışında evde aile olarak izole yaşamanın yollarını da geliştirmeliyiz. Yoksa sıkılan, kendini geliştirmeyen, mutsuz olan çocuklar ve aile bireyleri ile uğraşmak zorunda kalırız.  İşte bu konuda biraz fikir jimnastiği yapmak istedim. Öncelikle pek bir malzeme gerektirmeye 5 temel oyunu acil durumda cankurtaran olarak ailelere sunuyorum: İSİM-ŞEHİR-HAYVAN Okuma yazma bilen çocuklar ve yetişkinler için uygun bir oyun, biraz da geçmişimizden anılarımızı tazeleyecek. Kâğıt ve kalem yeterli. Nasıl Oynanır: Sayfa enlemesine tutularak sırası ile sayfanın üst tarafına İSİM-ŞEHİR-BİTKİ-HAYVAN-EŞYA-ÜLKE/ŞEHİR -PUAN yazılır. Yazılan her ke

Tedarik Zincirinde Tüm Dişlilerin Yerine Oturması Biraz Vakit Alacak

Resim
90 ülkede 47.000 üyesi olan ISM (Institute for Supply Management®) 22 Şubat – 5 Mart tarihleri arasında ABD’de 600’ün üzerinde firmanın katılımı ile gerçekleştirdiği anketin sonuçlarını paylaştı. Anketin amacı Çin’de ortaya çıkan Corona Virüs salgınının tedarik zinciri üzerindeki etkilerini anlamaktı. Tedarik zinciri organizasyonlarında farklı seviyelerdeki kişilerin katılımı ile gerçekleştirilen anketin sonuçları konuyu vurucu şekilde ortaya koyuyor. Ankete katılan firmaların %75’i virüs sonrası tedarik zincirinde sorun yaşadığını, %80’i ise önümüzdeki dönemde sorun yaşayacağını beliriyor. Çinde yerleşik tedarikçilerinde kapasite kullanım oranının %50 olduğu, personelin ise sadece %56’sının işe devam ettiğini iletiyorlar. Katılımcıların %53’ü tedarikle ilgili bilgi akışında da sorun yaşamakta. Ankete katılanlar 2. Çeyrekten itibaren tedarik sorunlarının artarak devam edeceği endişesini taşıyorlar. Çin’e düzenli şekilde tedarikçi ziyareti yaptığını ifade eden firmala

Avrupa Birliği Corona Virüs 'te 20 Mart Tarihini Bekliyor

Resim
Coronavirüs’ün AB ekonomisi üzerine etkisi Coronovirüs WHO tarafından geç te olsa salgın statüsüne alındı. Trump ise dün gece halka konuşmasında ilk defa virüsü ciddiye aldığını gösterdi, öncelikle virüs kaynağı olan Çin’e ateş püskürdü. Geç bilgilendirme yapıldığı için salgına erken önlem alınamadığını söyledi. Ardından çoğu Avrupa ülkesinden gelenleri ülkesine almayacağını açıkladı. Virüsün Avrupa’ya girişi ve yayılması İtalya üzerinden oldu. Çin salgın başladığı yer olmasına rağmen Çin’deki deneyimi alıp salgının Avrupa’daki yayılımını modellemek ne kadar sağlıklı olurdu emin olmak zor ama artık elimizde İtalya verileri mevcut, ve buna göre salgının ilerlemesi ve ekonomi üzerindeki etkisini analiz etmek hata payını daha da düşürecektir. Hadi verileri kullanarak bu iş nereye gidiyor bakalım. Öncelikle UCL’den bilim adamı Mark Handley’in paylaştığı grafiğe bakalım. Geliştirdiği matematik modelde İtalya verisini alıp diğer ülkeleri modellemiş durumda. Elbette bu sadece ma

Kriz Zamanları Yaratıcılığı Arttırır

Resim
Kriz Zamanları Yaratıcılığı Arttırır Corona virüs geldi, Asya, Avrupa, Avustralya her yer tepetaklak oldu. Önce eczaneler sonra da marketler talan oldu. Tükenen veya fahiş fiyatlanan maskeler halkı rahatsız etti, maske konusunda yaratıcı çözümler ortaya atıldı. Bunları sosyal medyadan gülümseyerek izledik. Ancak konu marketlerde tükenen tuvalet kağıdı stoklarına gelince olay tamamen koptu. Kriz yaratıcılığı arttırıyor derler ya, marketlerdeki rafların boşalmaya başladığını gören Avustralya’lı bir gazete acil durumda kullanılmak üzere 8 sayfalık ek gazete basarak, acil durumda itina ile kesilmek üzere çizgiler ile gazeteyi kullanıma hazır durumda satmıştır. Böylece sahada yaşanan tuvelet kağıdı savaşları da tatlıya bağlanacak anlaşılan. Bakalım daha neler göreceğiz…

Çobanları Laboratuvar’da İstihdam Etmeye Hazır Mıyız?

Resim
Türkiye son yıllarda artan şekilde hayvancılık politikalarını konuşup duruyor. Hayvancılık bir ülkenin temel endüstrilerinden, olmadığında ithalata bağlı kalıyorsunuz, GIDA güvenliğiniz riske giriyor, enflasyon kontrol dışına çıkabiliyor. Bu nedenle STRATEJİK bir endüstri. Ancak diğer taraftan trendler başka birşey gösteriyor. Kültür Eti’ni anlattığım yazımda konuyu irdelemiştim. Ne yazık ki, büyük baş hayvancılık ile çiftliklerde et üretme artık yavaş yavaş vazgeçmek zorunda kaldığımız kötü bir alışkanlık. Hayvancılığın çevreye olan zararı ve sürdürülebilir olmadığını önceki yazımda bahsetmiştim, Verimlilik gözü ile de baktığımızda laboratuvarda üretilen dana eti çok daha etkin bir süreç ve kaynak israf etmiyor. Peki durum böyle ise TÜRKİYE hayvancılıkta nasıl ilerlemeli? Kısa vadede hayvancılığı teşvik etmeye devam edebiliriz ama bilmeliyiz ki orta vadede Kültür Eti yani laboratuvar ortamında üretilen et daha verimli bir rakip olarak masada olacak. Bu nedenle yeni teknolojid