LEŞ
Uyanmıştı.
Gitmesi gerekiyordu artık
buradan, başına dayanmış bir namlunun her
an alnında patlayabileceğini hissediyordu
ama dayanmak zorundaydı; kendisi ve onlar
için. Dişlilerin dönmesi gerekiyordu birkaç
gün daha hiç olmazsa, güneşin açması
sonra batması ve sonra yeniden doğması...
Büyükbabanın alnında yeni patlamıştı mermi
ve çok özlüyorlardı onu ama dirayetliydiler,
ağlamıyorlardı. Vahşi doğanın döngüsüydü
sadece bu: birileri ölecekti ki birilerinin karnı
doysun, kimileri vurulacaktı ki birileri sırtı
pek uyusun. Gün doğmadan avlanmak ve leşi
toprağa değmeden eve getirebilmekti en büyük
başarı. Lakin çoğu zaman şansı yaver gitmezdi,
gün batımına kadar yemeğini arardı, ama tek
sorun sadece bu olsaydı keşke. Onu bekleyenler
vardı evde, onca minik patinin kursağından
geçecek onun alnındaki pınardı: teri. Güneşin
altında akan ter belirliyordu akşam onların
tabağına konacak tek gıdım yemeği. Yıllarca
parçası oldu doğadaki döngünün, hiçbir zaman
galeyana gelmeden her gün ölmüş bedenlerin
kokusunu çekti ve bir şekilde akşam kollarına
bakan minikleri beslemek için bir sebep buldu
kendine; nitekim her seferinde de başardı
hayallerdeki olmasa da eti budu olan bir leşi
ailesine getirmeyi. Herkes yuvada kalırken
onun bazı zevklerini törpülemesi şarttı ve
o da ailesini hayal kırıklığına uğratmadan
her sabah erken saatte ayrıldı evden; sırf
çocuklarının leşin kanlı etlerini keskin
dişleriyle parçalayabilmeleri ve sonra da bir
kenara atmaları için. Fakat bir şey olmuştu son
birkaç gündür, kimse çıkmıyordu evden. Artık
haftada birkaç gün leş toplamaya gidilebiliyor
ve sadece belirlenen günlerde canlılar
birbirlerini görebiliyorlardı. İki üç zaman geçti,
hâlâ kimseler yoktu ortalıkta, yuvadaki leşler
giderek azalıyordu, evden sadece biri dışarı
çıkabiliyordu. Kısıtlamalar giderek artıyordu ve
canlılar iyice gün ışığını unutur hale gelmişti,
miniklerin gözleri açılmıyordu artık karanlıkta,
anne leşleri binbir parçaya bölerek yediriyordu
miniklere; kendi midesi açtı evde. Güneşin
doğuşu, leşin değmesinden nefret ettikleri
toprağın kokusuna bile hasret kalmışlardı,
büyükbabanın bedenine ne olmuştu kim bilir...
Doğa ana uzun süre sonra aile reisleriyle ilk defa
buluştu ve büyükbaba gibi onca eski toprağı,
canlıların karnına yem eden mermiyi açıkladı.
Merminin geldiğini bütün orman duymuştu
artık. Karamsardı bu başlarına gelene herkes
fakat hiçbir şey değişmeyecekti belki de,
yeni bir doğa döngüsüydü bu ve kimse böyle
yaşamaya alışkın değildi. Elbette karınlarını
doyurmanın bir yolunu bir şekilde keşfedecek,
miniklere koşmayı yuvalarının içinde öğretecek
ve belki de ailecek gittikleri güneş batışlarını
bir daha hiç görememeye bile bir gün razı
olacaklardı. Toprak, güneş, hayvan sürüleri,
yağmur ve bitkiler arasında geçen bir hayat
sadece eve sığdırılabilir miydi? Silah sesleri,
kalpteki çarpıntı, en etli leşi kapma stresi bir
anda kaybolmuştu evde. Yeni doğanlar hiç ışık
görmeden yaşayacaklardı ve hayat bu olacaktı
onlar için: karanlık, ev ve aile. Doğa kendini
baştan yaratmıştı ve canlıların doğa anaya
uymaktan başka çareleri yoktu. Yıllar geçti,
minikler evde büyüdü, anneyle baba yaşlandı,
her şey normal geliyordu artık ama tadını
bilenin çocuklarının da tadını bir kere tatması
için savaş verdiği tek bir şey vardı: Toprağa yeni
düşmüş, vücudu yağlı ve sıcak, etleri sulu sulu
bir leş. Canlılar her şeyi bahane ediyorlardı
birbirleriyle mücadele edebilmek için. Doğa
ana onların aklını başına getirebilmek için
mermiyi yaratmıştı ama bir gün leş, yarın bir
başkasıydı onların derdi çünkü onlar kötüydü
ve içlerindeki kaynak giderek durdurulamaz
hale geliyordu.
AYŞE ZEYNEP ÖZBAY- Koç Lisesi Boyut Dergisi Haziran 2020'de yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder