Deniz, Ben

Deniz, Ben


İnsan hayatı, bir gecede başladığı gibi yine bir gecede sonlanabilen basit bir varoluş öyküsü ama biz insanlarız aslında yaşanan tüm acıları büyüklerimizden gördüğümüz gibi daha çocukken kalbimizde bir yerlere gömmeyi öğrenip, tüm kaygıları, gözyaşlarını ve kaybettiklerimizi bir kenara bırakıp her gün yeniden hayata başlamayı ve sımsıkı tutunmayı; sabahın ilk saatleri güneşin cam arasından sızan ışınları ile öğrenen. Herkesin hayatı anne karnında daha ilk kez tanıştığı, bebeği besleyen ve anne rahminde rahat hareket etmesini sağlayan, halkın kutsal olarak gördüğü, sanki bebeğin annesi çok günahkarmış da, bu bebeğe hayat vererek tüm günahlarından arınıp, yaptığı gebeliğin sadece masumiyeti hayata getirmediği, aynı zamanda kendi hayatında da yaptığı tüm günahlardan arındırdığı bakış açısını benimseyerek bu inanılmaz sıvıyı su diye nitelendirmesi, biz tıpçıların ise uzun yıllar dirsek çürütmenin üzerine amniyon sıvısı diye adlandırdığı işte tüm o varoluş, ya da göz göre göre acılar dünyasına attığımız o masum bedenlerin hayatına mal olan, o muhteşem sıvı. En öz haliyle: SU. Herkesin içtiği su, bana göz yaşlarının toplanmasını; su bardağı ise o acıların da insandaki hatırasının saklanması gerektiğini ve her gördüğünde insana hayatta çektiği acıları bir kez daha hatırlatan, adeta acıların toplanması için üretilen bir ürünü anımsatır. Her içişimde masum bedenlerin acılarını bu bardaktan kaç tane boşaltarak hafifletmeye çalıştıklarını düşündürten bir bardak sadece beni tüm bu akıl oyunlarına iten. Ve ayrıca: annemin, babamın, kardeşlerimin cansız bedenlerini içinde barındıran, onların hatırasını yaşatan, denizdir benim hayattaki tüm derdim. Tüm alıp veremediğim denizdir ve bir de yetmiyormuş gibi tüm acıların vücut bulmasını sağlayan, bence rahmetli anneannemin zavallı kalbini beni her gördüğünde bir kez daha yoran adım, benim hayatımı zorlaştıran.  Her yaz kuzenlerimin ferahladığı, benim içinse yaz tatillerinde yapılması gereken bir mezar gezisi deniz. Kimilerine göre mezarı bile olmayan bir ailenin öksüz ve yetim veliahttı! Kimilerine göreyse ailesi her zaman yanı başında olan İzmir’in tatlı bir kasabasında yaşayan, amcasının büyüttüğü, ailesini mübadelede kaybetmiş Deniz, ben. Asıl ismim ‘Thálassa’, bu Yunancada deniz anlamına gelen, akrabalarımın adımı her andıklarında gözlerini yaşartan, amcamın masmavi, çağlayan rengi gözlerimde babamın hatırasını benim yaşattığımı söylediği, mazisi bir o kadar hüzünlü ama bu ismin geleceğini değiştirmenin size her gün birkaç çift sulu gözle bakan bir ailede yaşaya n, acıların masum çocuğu ben, Deniz. Gerçi artık ne çocukluğum kaldı ne de masumluğum, ben de kirlendim, kirlettim kendimi ama ne yapalım kirlenmek farz bana, anne değilim ya o yüzden. Kız kardeşim olsa, kim bilir ne güzel çocukları olurdu. Amcalarına yani bana benzerlerdi belki. Dört duvar arasına kapalıyım, evet. Edebiyatım kuvvetlidir, çocukken benim bahtsızlığım için yakılan nice yanık ege türkülerinden sonra bu işten bile değil zaten; ama hayır bu sefer değildir edebiyatım beni dört duvar arasına iten. Okumayı sevdiğim kitaplar değildir bu sefer beni dört duvar arasında ölüme iten. Kolumdan damarlarıma damla damla akan tuzlu su, onca suyu birkaç saat önce yutan ben değilmişim gibi vücuduma yaşadığı onca üzüntüden incecik damarlarıma hafif hafif akmakta. İnsan bazen dayanamaz, gün gelip hayatı gözünün önünden geçtiğinde tek verdiği tepki yılları karşısına alarak ne olursa olsun ağlamak ve kendince hayatının son saatlerini, sabahları penceresinden içeri yansıyan güneş ışınlarıyla kısacık hayatına meydan okurcasına, gözlerinden tüm derdini akıtmaktır, amacı tüm dertleri dünyaya bırakıp kurtuluş gününe hafifleyip gitmektir sadece aynı ninemin yaptığı gibi. Ben onu daha bugün anlayabiliyorum. Bizim rahmetli hep şunu derdi bana, “ Evlat insanın sadece bir su bardağını dolduracak göz yaşı vardır hayatta, o yüzden ne kadar acı çekersen çek, hiçbir zaman ağlama çünkü hayat uzun ve bardağın taşması an meselesi.” O bardağını bana son sözlerini söylerken vasiyetini yazarken doldurmuştu ve taşırmıştı.
Çocukluğumdan beri hep uydum nenemin sözüne, taşırmamaya çalıştım; taşırdımsa af ola. Ama ilk defa bu gece bozuyorum neneme verdiğim sözü. Kardeş bildiklerimizin birkaç diplomasi çıkarı üzerine bizleri köyümden ait olduğum yerden sürgün etmesiyle kaybettim ben ailemi. Çocukluğumu, masumiyetimi denizlere gömerek büyüdüm ve bugünkü Deniz oldum. Hayat aslında tam da benim ismim gibi. Çocukluğumu, anılarımı, ailemi gömdüm ben denize ama adım her anıldığında yine dost oluveriyorum Deniz’le benim içimde de bir parça deniz olduğunu hatırlayarak. Hayat da bunun gibi işte; insanın en büyük düşmanı kendisi. Bir gecede başlayabileceği gibi bir gecede de bitebilen bir hayatı, düşmanımı ya da bir başka deyişle kendimi yıllarca yaşattım ben. Amcama yük oldum, zavallı anneannemin kalbini çökerttim ve en önemlisi babamın hatırasını sadece hüzünlü sularla ıslattım. Onun hatırasını hiçbir zaman soldurmadım belki, hep suladım onu. Geceleri ağlamaktan şişmiş gözlerle neneme verdiğim söze sığındım ve durdurdum kendimi, güneşin yansımasının odama girmesini bekledim ve her sabah bir kurtuluş için aslı olmayan nice yeminler ettim, hepsi şimdi mazide kalmış birkaç ıslak avunu. Mesleğime sarıldım ve her gün kız kardeşim yerine koydum odama gelen kadınları ve yeğenimi severmişçesine, doğurturmuşçasına doğurdum onca çocuğu. Islandı ellerim ana rahmi suyuyla, en az gözlerimin baba hatırasıyla ıslandığı kadar. Ama dün dayanamadım odama gelen kadının Fatma’ ya, kardeşime olan benzerliği onca yıl verdiğim kurtuluş mücadelesini bitirdi.  Ben de yeni öğrenebiliyorum varoluşun gerçeğini. Yılın üç yüz altmış günü masmavi ve uçsuz bucaksız gökyüzüyle dünyada eşi benzeri olmayan bir manzarayı kucaklayan şehrin, Girit’in çocuğuyum ben. Her ne kadar Girit çocuğuyum desem de kendimi hiçbir zaman ne Girit’e ne İzmir’e ait hissedebildim. Benliği olmayan, sınırlar arasında bir sığıntı gibi hissettim kendimi yıllarca. Dilini zor öğrendim, kültürünü zor öğrendim bu şehrin ama şimdi anlıyorum, kim olduğumu, bu yaşta keşfediyorum yarattığım benliği. Denizim ben, ben deniz. İki ülke arasında ailemin hatırasını saklayan, özgür ruhlu ege çocuğu. Bazen akrabalarının gözünden akan acı dolu göz yaşlarının, bazense hastalarının gözünden akan mutluluk göz yaşlarının sebebi. Fark ettiyseniz Deniz hep göz yaşı akıtıyor, varlığı üzüyor insanı. İşte dün odama giren hasta bu çarpıcı gerçeği ilk defa vurdu yüzüme, kim olduğumu yıllar sonra ilk defa öğretti bana. Bir tanecik kardeşini denizlerde bırakıp, Ege kasabasında yeni bir hayat kuran vefasız bir abiyim ben. En kıymetli varlığımı sadece yazdan yaza ziyaret ederek yıllarını geçiren, hayatını boşa harcayan özgür ruhlu ege çocuğu. İşte tam o hasta girdiğinde odama karar verdim bu yolculuğa. Çocukken kuzenlerime yarışlar yapardık denizde, en ileriye kim yüzer diye. Bilirdim o yıllarda bile o yarışların hep bu yolculuğa hazırlık olduğunu. Bilirdim de itiraf edemezdim kendime kaçınılmaz sonumun bu yolculuk olduğunu. Şimdi gidiyorum, arkamdakilerin gözü yaşlı. Yine üzüyorum herkesi ama biliyorum ki amcam tutacak nenemin sözünü ve asla benim arkamdan taşırmayacak bardağı. Atacağım kendimi sulara ve sarılacağım sana ağabeycim. Yılların ayrılığını, içimizdeki özlemi giderebilecek miyiz. Fatma, Deniz, ben desem hatırlar mısın beni?

Ayşe Zeynep Özbay 2019


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Üç Maymun

Kağıt Para Kullanmayın

Eğitimde Siyah Kuğu Etkisi