Portakal Çiçeği


Portakal Çiçeği


Bahar ayının sonları, İstanbul'u hüzünlü bir havayla bırakmışım. Üzerimde inceden bir gömlek, elimde pasaportum, başımda anneannemin ördüğü inceden şapka, hep bana anlatılan ama daha önce hiç gitmediğim vatanıma gidiyorum. Sadece tarih kitaplarında okuduğum, büyükbabamın nostalji kokulu hikayelerinde dinlediğim, anneannemin şeftali mevsiminde şeftali kebabında tattığım bir lezzet. Onların mezarına bir çiçek bırakıp, havalimanına yıllardır evlatlarından uzak kalmış bir ana gibi koşuyorum. Sonra gözümü açtığımda bir bakmışım, ordayım; yıllarca yüzleşmeyi göze alamadığım memleketimde. Ayağımı yere bastığımda yüzümde bir ter hissediyorum, boynumdan akan boncuk boncuk ter, vücudumu ihanete uğratırmış gibi pembe yanaklarımın patlıcan moru bir renk alması… Akrabalar, hiç görmediğim kuzenler ve kanımda olan ama daha tanımadığım daha niceleri; tüm çocukluğumu yalandan yaşamış ve maziye baktığında sadece gözyaşları gören bir kız çocuğu. Bu bir gurbettekinin vatanını ilk defa kokladığı bir gezi defteri.
Siyasi olarak Türkiye‟ye bağlı olmaya katlanamayan, halka sorduğunuzda biz Kıbrıslıyız, Türk değiliz diye turistlere kızan yerliler, küçücük bir ada yaşantısı... Büyük şehirden buraya gelmiş bir metropol kızına yeter miydi tüm bunlar? Öyle bir dünyadan çıkan kız çocuğu bir anda tüm hayatını buna sığdırabilir miydi? Aklımda deli sorular ama benim gözüm sadece denizde, 72 de burada yaşananları okuduğum sadece ders kitapları ve ilk durağım Lefkoşa. Tek istediğim insanlara dokunabilmek ve kim olduğumu hissetmek. Aksanlarına alışamadığınız, stresli hayatlardan çıkan bizlere yılın 340 günü hamam suyu sıcaklığındaki denize giren ada insanının bakışı. Medeniyete dair tek bir işaretin olmadığı, sadece denizin hışırtısı ve denizin yanına sıralanmış portakal ağaçları. Türk olmayı kabullenemeyen halkın benim gibi, Türk aksanı olanı bir İstanbul kızını, tüm siyasi atışmaları unutarak kucaklamaları. Size portakal kabuğu reçelini ikram etmeleri ve ilk defa denediğiniz bu lezzet. Eski yapılar, masmavi deniz, kaleler, dağlar, ovalar ve tek görebildiğiniz doğal güzellikler. Bir sanatçının elinden çıkmış gibi boyanmış manzara sizi orda kalmaya ikna edebiliyordu. Bir yaz tatilini burada geçirmek isteyen turistlerin ömürleri boyunca bu adanın müdavimi olmaları ve bu sebeptendir ki müzelerin önünde
kuyruk olmuş insanlar. Bir uçta tüm heybetiyle sizi selamlayan beş parmak dağları, öte yandan mavinin en özgür tonu, deniz; adaya yerleşmiş yaşlı İngiliz çiftler. İngilizlerle özel mekteplerden çıkmış gibi konuşan yerli halk. Hellim peyniri, denizden taze çıkmış balıklar ve üniversiteden sonra Kıbrıs'ta kalmaya ant içmiş gençler.

Tüm bu bakir güzelliğin içinde var olabilen medeniyet vahşi dünyanın bir oyunu adeta. Sadece birkaç kilometre uzaktaki Türkiye‟nin apartmanlaşan ve akşamları sımsıcak olan betonlarının karşısında, gün batımıyla püfür püfür izleyebileceğiniz Kıbrıs akşamları bütün bunlar işte. Ve unutulmaz tarlalar, tarlalar… Portakal çiçeğine ilk defa rastlamış ben çekinerek kulağıma geçiririm bir buket. Tüm gün teninde hissettiği o kokuyu hiçbir baharatlı kokuya değiştirmeyecek İstanbul kızının bu memlekete aşık olması işten bile olmuyor anlayacağınız üzere. Bu adada gerçekten bir büyü var. Yıllarca şehirleşmeden uzak kalmayı başaran ve kurallara uymayan bu kara parçası sanırım bir şans vermeye değer. Herkesin yaz tatillerinde en azından bir kere denizine girmesi gereken bu yer, sanırım artık benim için yeni bir macera defteriydi.
 

AYŞE ZEYNEP ÖZBAY 27 NİSAN 2020

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Üç Maymun

Kağıt Para Kullanmayın

Eğitimde Siyah Kuğu Etkisi