Gerçek Bir Kültür Şoku

Türkiye'de sosyoloji denen paradigma ve kültür cümbüşü


10 gün kadar önce bir pazar akşamıydı. Güzel bir yaz akşamında,  yemeğini erken yemenin vermiş olduğu rahatlık ve uzun yaz günlerinin verdiği keyifle kızım ailece dışarı çıkmamızı istediğinde neden olmasın dedim kendime. Evet ertesi gün mesai vardı ancak bu güzel havanın keyfini ailece çıkarma fikri beni de kızım kadar heyecanlandırmıştı. Hem nasıl olsa sıcak yaz günü istesem de erken uyuyamayacağımı bildiğimden naif ve sorumsuz bir eda ile hadi çıkalım diyerek ailemi en kısa sürede kapının önüne çıkarmayı başardım. Pazar akşamı ve yaz günü; hem İstanbul boşalmıştır hem de insanlar evine çekilmiştir yargısı ile ailece doluştuğumuz araba ile sahile doğru yöneldik. İstanbul'un en güzel anları hiç tartışmasız sahilde ay ışığında denizi izleyerek geçirdiğim biraz da çocukluğuma döndüğüm anlar. Bu  anı yaşamanın hevesi ile gittiğim Caddebostan'da ilk tatsız sürpriz ile karşılaştığımda, tatlı huzur almak için geldiğim sahilde huzuru bulamayacağımın ilk ipucunu tatsız şekilde almış oldum. Suratımı buruşturdum hayalleri yıkılan bir çocuk edası ile ama ben gülümsemeyi tercih ettim. Baba olmak böyle bir şey diye geçirdim içimden, ben güçlü olayım ki çocukların heyecanını kaçırmayayım. Ne de olsa nadiren geldiğimiz bir yer burası, onların da çocukluk hatıralarında güzel parıltılar kalmalı idi... Arabayı hasbelkader bulduğum bir kenara acemice park ettim. Çocuklara zorlama bir gülücük gönderip, haydi aşağıya kuzular diye seslendim. çocuklar bendeki yapmacık edayı okuyabildiler mi bilmem ama eşim takındığı yüz ifadesinde senaryonun dışına çıkmış bir figüran edası hissettirmişti. O her zamanki bilgiç tarzı ile yaklaşmakta olan fırtınanın ilk çıtırtılarını beynimin içinde duyurmuştu. Arabadan indiğimdeki sahne olması gerekenden farklı idi. Aradığım sakin ortam yerine beyaz donlu esmer tenli Sulukule'den Anadolu yakasına sekip gelmişken de bir mangal tüttürelim diyen, güler yüzlü, mutlu normal yurdum insanı karşıladı bizleri. Etrafa bakındığımda yerdeki çöpler, mangal içinde yakılmaya bile gerek görülmeyerek bir ağaç kenarında yakılan meyve sandıkları ve kömür havayı boğuk bir is ile bulandırmaktaydı. Küçük kızım olanca masumluğu ile karşısında gördüğü parka doğru koşturmaya başladı. Ta ki bu parktaki çocukların kendi sitesindeki parkta oynayan çocuklardan farklı olduğunu keşfedinceye kadar. Ne yanındaki tombalak oğlan ona yakınlık gösteriyordu, ne de kaydıraktan yukarı koşan çocuk ona yer veriyordu. Yediği bir omuz darbesi ile yanlış yerde olduğunu anlayan kızım kendini koruma güdüsü ile bir anda parkta oynamaktan vaz geçti. Eşimle bakışıp, nerede olduğunu algılayamayan büyük kızımın şaşkın bakışlarını pas geçip çaktırmadan adım adım buradan uzaklaşmaya başladık. O anda denizden çıkan donlu - donsuz çocukları ve ayağı çıplak koşturan 5-6 yaşındaki çocukları gördüm. Az ilerde çıplak uyutulmuş küçük bebeği de görünce adımlarımızı hızlandırdık. İstanbul'un elit semtindeki kültür şokunu atlatmaya çalışıp hızla olay yerini terk etme konusunda konuşmadan ortak bir karar almış şekilde giderken gerçek şok meğer bizi bekliyormuş. Olay mahallinden 100 metre bile uzaklaşamadan duyduğumuz müzik ile irkildik. Alaturka ortamdan henüz uzaklaşamamıştık ki 1960'lardan kalma bir tango melodisi ile olduğumuz yerde çakıldık. O anda 50-60 kişilik bir grupla karşılaştık. Bu grup tango dinliyor olamaz diye düşünürken, en kıvrak figürlerle dans eden 3-4 çift bir anda ortaya fırladı. İşin daha da garibi piknik tüpünde çay demleyen ardımızdaki grüh yerine bu dostlar cam kadehlerde kırmızı şarap içiyordu. Bir an kendimi hayal dünyasında hissettim, sanırım aklım bana bir oyun oynuyordu, kafam karışmıştı. Böyle birşeyi olamayacağını düşünürken büyük kızım elimden tutup beni de acemice dansa davet edinde gerçek dünyaya döndüm. Gördüğüm ekip muhtemelen bir dans klubuydü. Kendimi beyaz donlular ile tango yapan entellektüeller arasında sıkışmış buldum. Kürk mantolu madanna tablosuna bakar gibi bir tangoculara bir de beyazlılara bakıp kendime bu kültür cümbüşünün neresinde olduğumu sordum. Bu kadar farklı kültürler bu kadar iç içe olabilir miydi? Bu sorular aklımı kurcalarken kızımın garip ve saçma dans figürlerine kendimi uydurmaya çalışırken buldum.

Yorumlar


  1. Ben sizin sesinizde halkımıza üsten bakan sarkastik bir ton hissettim ve ister istemez size katılırken buldum kendimi fakat İstanbul’ un güzelliği tüm bu kültür cümbüşü arasında değerlerini ve inançlarını asimile olmadan devam ettirebilmek değil midir?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Üç Maymun

Kağıt Para Kullanmayın

Eğitimde Siyah Kuğu Etkisi